Image by Murat Bay/ Sendika.Org
Türkiye’de ifade özgürlüğüne yönelik baskılarının ardındaki hikayeler
Yargısal taciz: Devlet yetkililerinin sindirmek ya da susturmak amacıyla çoğunlukla gazeteci ve insan hakları savunucuları olmak üzere kişiler hakkında-yaşam düzenlerini sekteye uğratan, işlerini yapmalarını engelleyen uzun yargı süreçleri yürüterek-medeni kanun, ceza kanunu ve/veya idari kanun kapsamında tekrar tekrar iddia veya suçlamada bulunma uygulamasıdır.
Türkiye’de uzun yıllardır saldırı altında olan ifade özgürlüğü alanında 2013’ten bu yana ciddi bir gerileme yaşanıyor. Türkiye Cumhuriyeti devletinin 2013’teki Gezi Parkı protestolarına gösterdiği tepki sivil toplum ve kamu otoriteleri arasındaki ilişkilerde bir dönüm noktası oldu. Ülkenin güneydoğusundaki çatışma ve 2015’de barış görüşmelerinin çökmesi ifade özgürlüğüne ilişkin uluslararası standartların gerektiği şekilde uygulanmadan “terör propagandası” suçlamasıyla yargılanan Kürt gazeteciler için de ciddi sonuçlara yol açtı. Ayrıca, Ocak 2016’da barış sürecine dönüş çağrısında bulunan bir bildiriyi imzaladıkları için yüzlerce akademisyen görevden alındı ve kamu görevinden ihraç edildi.
Temmuz 2016 darbe girişimi ve sonrasında ilan edilen Olağanüstü Hal dönemi hükümetin yargı, medya, sivil toplum ve akademiye yönelik daha fazla kısıtlama uygulamasına imkan sundu. “Terör propagandası” yaptıkları iddiasıyla en az 170 medya kuruluşu kapatıldı. Çok sayıda gazeteci “gösteri duruşmaları” biçiminde gerçekleştirilen yüksek profilli davalar kapsamında darbe veya terör suçlamalarıyla hapse atıldı. Bu tür davalar yetkilileri açıkça eleştirmenin tüm tehlikelerini göstermiştir. 2017’deki anayasa değişiklikleri, darbe girişimi sonrasında hâkim ve savcıların dörtte birinin görevden ihraç edilmesinin ardından yürütmenin yargı üzerinde denetimi sağlama durumunu arttırdı. Türkiye’deki yetkililer o tarihte bu yana, Covid-19 gibi konularda devlet politikasını eleştirenleri susturmaya ve çevrimiçi konuşmayı sansürlemek için daha fazla yetki elde etmeye çalışarak giderek daha otoriter bir biçimde davranıyor.
Resmi hükümet kaynaklarına göre yargılananlar ifadeleri veya gazetecilik faaliyetleri nedeniyle yargılanmıyor. Hapisteki gazeteciler, insan hakları savunucuları ve politikacıların hepsi aslında “terörist”. Uluslararası toplumun Türkiye’nin ifadeleri nedeniyle kimsenin yargılanmamasını sağlamaya yönelik çağrıları bağımsız yargı süreçlerine müdahale olduğu gerekçesiyle reddedildi. ARTICLE 19 davaları izleyerek, davalar hakkında uzman hukuki görüşler hazırlayarak ve bu bilgileri uluslararası toplumla paylaşarak bu anlatıyı ortadan kaldırmayı amaçlıyor.
Dava profilleri
Türkiye’de ifade özgürlüğü nedeniyle kovuşturmaya uğrayanlar çoğu zaman birden fazla davanın açıldığı bir yargı tacizi modeline maruz kalıyor, çok sıklıkla da istatistiklerin gerisinde kayboluyor. Bu çalışmada bahse konu davaların ardındaki kişileri ve adaletsiz yargı sistemi ile baskıcı yasal düzenlemelere karşı mücadelelerinin ayrıntıları hakkında daha fazla bilgi edinebilirsiniz.
Ahmet Altan
Yazar ve gazeteci Ahmet Altan Nisan 2021’de tahliye edilene kadar hapiste dört yıl geçirdi.
Selahattin Demirtaş
Halkların Demokratik Partisi eski eş başkanı Kürt politikacı Selahattin Demirtaş Kasım 2016’dan beri cezaevinde.
Demirtaş davası (Yakında)
Isminaz Temel
Etkin Haber Ajansı (ETHA) editor İsminaz Temel Ekim 2017 ve Şubat 2019 tarihleri arasında 16 ay boyunca tutuklu yargılandı.
İsminaz Temel davası (Yakında)
Türkiye mevzuatı
Türkiye mevzuatında ifade özgürlüğüne ilişkin uluslararası standartları ve Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de dahil olmak üzere uluslararası insan hakları sözleşmeleri kapsamındaki yükümlülüklerini ihlal eden bir dizi kanun maddesi vardır. Anayasa’nın 90. maddesine göre, “[…] Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” Buna rağmen, iç hukuktaki bazı yasal hükümler düzenli olarak gazetecileri, yazarları hedef almak için kullanılmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararları da dahil olmak üzere yüksek mahkeme kararlarına uyum konusunda da tutarsızlık görülmektedir.
İfade özgürlüğü hakkına yönelik herhangi bir kısıtlamanın, Türkiye’nin ifade özgürlüğü hakkını garanti altına almasını şart koşan uluslararası insan hakları hukuku ile uyumlu olması için bu kısıtlamanın üç aşamalı katı bir testten geçmiş olması gerekir. Buna göre:
- Kısıtlama kanunen öngörülmüş olmalıdır: Söz konusu kısıtlamanın temelinde, kamuya açık ve erişilebilir olan ve bireylerin davranışlarını buna göre düzenlemelerini sağlamasına yetecek bir hassasiyetle formüle edilmiş bir yasa olması gerektiği anlamına gelir.
- Kısıtlama meşru bir amaç taşımalıdır: Kısıtlama, başkalarının haklarını veya itibarını koruma veya kamu sağlığını veya ahlakını, ulusal güvenliği veya kamu düzenini koruma amacını taşımalıdır.
- Kısıtlama, gerekli ve orantılı olmalıdır: Kısıtlama demokratik bir toplumda gerekli olmalı ve hedeflenen meşru amaca ulaşmak için en az kısıtlayıcı araç olmalıdır.
ARTICLE 19 Türkiye’de sivil topluma karşı açılan davalarda en sık kullanılan hükümlerden bazılarını ve bahse konu hükümlerin uluslararası insan hakları hukuku ve standartlarına uygunluğunu analiz etmiştir.Bu liste, daha fazla kanun hükmü analizi eklemek ve Türk yasa ve uygulamasındaki değişiklikleri yansıtmak için düzenli olarak güncellenecektir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası
İfade özgürlüğüne ilişkin 26. madde
Düşünce ve ifade özgürlüğü hakkı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 26. maddesinde güvence altına alınmıştır. “Suçun önlenmesi”, “suçluların cezalandırılması” gibi muğlak kavramlar ifade özgürlüğünün kısıtlanmasına yönelik gerekçe olarak hali hazırda belirtilmişti. 3 Ekim 2001’de, Meclis 4709 sayılı Kanun ile 26. maddeyi değiştirmiş ve MSHUS 19(3) Maddesi kapsamında ifadeyi sınırlamaya yönelik meşru amaçlar olarak değerlendirilmeyen “Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması” ifadesini ekleyerek ifade özgürlüğünün kullanılmasına yönelik daha fazla kısıtlama getirmiştir. Dahası, bu tür kısıtlamaların bu amaçlara ulaşmak için gerekli ve orantılı önlemler olması değil, yalnızca “kanunla öngörülmeleri” yönündeki gereklilik bulunuyor. Ayrıca, kamu yararına ilişkin herhangi bir muafiyeti sağlanmadan “devlet sırrı” olarak sınıflandırılan bilgilerin yayılmasını geniş ölçüde kısıtlıyor.
Türk Ceza Kanunu
Madde 215 – Suçu ve suçluyu övme
Madde uyarınca “İşlenmiş olan bir suçu veya işlemiş olduğu suçtan dolayı bir kişiyi alenen öven kimse, bu nedenle kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması hâlinde, iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Bizim görüşümüze göre, Madde 215, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Madde 10 kapsamındaki yasallık şartını açıkça yerine getirmemektedir. Bilhassa, “övme”, “suç” “ortaya çıkma” ve “kamu düzeni” gibi bir dizi terim aşırı derecede belirsiz veya tanımsızdır. Bu bakımdan, bu hüküm açıkça suistimale açıktır ve bireylerin ifade özgürlüğünü kullandıkları fiillerin Türk hukukuna göre ne zaman suç sayılabileceğini öngörmelerini engeller.
Ayrıca, hükümler izin verilen sınırlamalar testinin üçüncü gerekliliğini yani yasaların kesinlikle gerekli ve izlenen amaçla orantılı olması gerektiğini karşılamamaktadır. Bu bakımdan, Sözleşmenin Ulusal Güvenlik, İfade Özgürlüğü ve Bilgiye Erişim İlkeleri‘nden (Johannesburg İlkeleri) 6. İlke- bu ilkeler BM’nin ifade özgürlüğüne ilişkin özel yetkisi tarafından onaylanmıştır – gereklilik ve orantılılık ilkelerini yerine getirmek için bu tür yasaların içermesi gereken aşağıdaki unsurları açıkça düzenlenir:
- Fiilin yakın bir şiddeti kışkırtma kastı olur;
- Fiilin bu tür şiddeti tahrik etmesi muhtemeldir; ve
- İfade ve bu tür bir şiddetin olasılığı veya meydana gelmesi arasında doğrudan ve yakın dönemde yaşanacak bir bağlantı bulunur.
Ceza Kanunu Madde 215 suçu ve suçluyu alenen övme ile “kamu düzeni açısından açık ve yakın tehlike” arasında bir bağlantı gerektirmesine rağmen yine de bahse konu övme fiilinin şiddeti kışkırtmak kastıyla olması yönü hala eksiktir. Terör veya herhangi bir şiddet biçimini tahrik etmeyi yasaklayan kanunların ilgili davranışın bahse konu davranışı tahrik etme kastını düzenlemediği sürece insan hakları standartlarıyla uyumlu olmayacağı noktasında uluslararası hukuk nettir. “Övme” teriminin potansiyel geniş yorumu ve kast etme durumunu gösterme zorunluluğunun olmaması dikkate alındığında, Madde 215 – Johannesburg’un İlkelerinin 8. Maddesinin aksine – yalnızca bir suç veya suçludan veya hakkında bilgi aktaran ifadeleri suç sayacak şekilde kolayca yanlış yorumlanabilir.
Bu madde analizi ARTICLE 19 ve TLSP’nin Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine yaptığı “Rule 9.2” başvurusu temel alınarak yazılmıştır. Başvurunun tam metni: https://www.article19.org/wp-content/uploads/2020/03/Rule-9-Submission-Oner-and-Turk-ARTICLE-19-and-TLSP-FINAL.pdf
Madde 220(6), 220(7) ve Madde 314(2) – Terör örgütü üyeliği
Ceza Kanununun 220(6) ve (7) ve 314(2) maddeleri sıklıkla ifade özgürlüğüne ilişkin uluslararası standartları ihlal edecek ve gazetecilerin ve başka kişilerin hedef alınmasına olanak verecek şekilde bir arada kullanılıyor.
Madde 220(6) “(yasadışı) örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişi, ayrıca örgüte üye olmak suçundan da cezalandırılır” demektedir. Madde 220(7), “Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişi”nin de örgüt üyesi olarak cezalandırılacağını düzenler. Madde 314(2), terör örgütü üyeliğini beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırır. Ocak 2020’de Ceza Kanunu’nda yapılan değişiklikler, 220(7) ve 314(2) maddeleri kapsamında hüküm giyen kişilerin cezalarında üçte iki, 220(6) maddesi kapsamında hüküm giyenlerin cezalarının yarısı oranında indirilebileceğini düzenlemiştir, ancak bahse konu kanun değişiklikleri suçlar ve bunların nasıl kullanıldığıyla ilgili sorunları ele almamıştır.
Madde 220(6) ve (7) son derece muğlaktır. Özellikle de, Madde 220(6), suçun oluşması için bir “örgüt” adına hangi “suçun” işlenmesi gerektiğini belirtmemektedir. Ceza Kanunundaki suçların sayısı göz önüne alındığında, bu hükmün kapsamı şaşırtıcıdır. Bu muğlaklık Ceza Kanununun Madde 214 (suç işlemeye tahrik) veya Madde 215 (suç ve suçluyu övme) gibi ifade özgürlüğüne ilişkin uluslararası standartları ihlal eden çok sayıda hüküm içermesi nedeniyle oldukça endişe vericidir. Sonuç olarak, Madde 220(6) terör dahil kamunun yararına olan konulardaki meşru haber veya diğer açıklamaları kriminalize etmek, cezalandırmak için kullanınabilir.
Madde 220(7) bakımından, Venedik Komisyonu, değiştirilen maddenin ifadesinin “bir örgütü desteklediği düşünülen bir ifade biçiminin sanıkların silahlı bir örgütle organik ilişkileri kurulmamış olmasına rağmen Madde 314 kapsamında silahlı örgüt üyesi gibi cezalandırılmaları için Madde 220(6) yerine Madde 220(7) kapsamında yaptırıma tabi tutulabileceğinden, uygulamada kötüye kullanım uygulamasına yol açabileceğini” belirtmiştir. Başka bir ifadeyle, Türk hukukunda terör örgütünün amaç ve ideolojisiyle örtüştüğü veya bir şekilde bağdaştığı değerlendirilebilecek her türlü ifade biçimi yasa dışıdır. Benzer şekilde, Madde 220(7)’de de farklı ifade biçimlerine yönelik kullanılabilecek bir muğlaklık sorunu bulunuyor.Türkiye’deki ifade özgürlüğünü hedeflemek üzere Madde 220 ve 314 sıklıkla bir arada kullanılıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Madde 314’ün (silahlı örgüt üyeliği) tek başına uygulandığında, Türk mahkemelerinin üyeliği kanıtlamak için yapılan eylemlerin “sürekliliğini, çeşitliliğini ve yoğunluğunu” dikkate almaları gerektiğini kaydetmiştir. Ancak Madde 220(7) ile birlikte kullanıldığında böyle bir gereklilik bulunmamakta ve sanıklar üyeymiş gibi cezalandırılabiliyordu. Türk mahkemeleri kişilerin son derece muğlak ve ikinci derece delillere dayanarak Madde 314 kapsamında üyelikten suçlu bulunduğu son davalarda örgüte üyeliği kanıtlamak için bu katı gereklilikleri uygulamamaktadır. ‘Silahlı bir örgüte yardım etmek’ istinadı yüklenenler bakımından delil standardı daha da zayıftır ve yazdıkları, şiddeti veya nefreti tahrik etmeyen, sadece hükümeti eleştiren görüşleri ifade eden makaleler veya köşe yazıları da dahil olmak üzere genellikle tamamen kişinin kullandığı ifadelere dayanır. Çeşitli davalarda yerel mahkemeler kişileri (Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin 2016 yılındaki darbe girişimini düzenlemekle suçladığı “Fethullahçı Terör Örgütü”) FETÖ/PDY örgütü üyesi veya PKK (Kürdistan İşçi Partisi) üyesi olduğu iddia edilen kişiler tarafından da ifade edilmiş olan hükümete yönelik eleştirileri sadece ifade ettikleri için silahlı bir örgüte yardım etmekten veya silahlı bir örgüte üye olmaktan mahkum etmiştir.
Bu madde analizi ARTICLE 19 ve TLSP’nin Avrupa Konseyine yaptığı ortak “Rule 9.2” başvurusu temel alınarak hazırlanmıştır. Tam metin için: https://www.article19.org/wp-content/uploads/2020/03/Rule-9-Submission-Oner-and-Turk-ARTICLE-19-and-TLSP-FINAL.pdf
Madde 299 – Cumhurbaşkanına hakaret
Madde 299’a göre “Cumhurbaşkanına hakaret eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.Suçun alenen işlenmesi hâlinde, verilecek ceza altıda biri oranında artırılır. Bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması, Adalet Bakanının iznine bağlıdır.” ARTICLE 19’nin görüşüne göre, bu hüküm uluslararası hukuk kapsamında üç aşamalı testi açıkça karşılamamaktadır:
- TCK 299. Maddenin hükümleri kanunilik kriterini karşılamamaktadır. Yukarıda özetlendiği üzere, ifade özgürlüğü hakkını meşrû bir biçimde kısıtlama amacını taşıyan bir normun “yasa” niteliği kazanabilmesi için “bir kişinin davranışını uygun şekilde düzenlemesini sağlayacak bir netlikle formüle edilmesi” gereklidir. (BM İnsan Hakları Komitesi, Genel Yorum No. 34, a.g.e., 25. paragraf.) TCK 299. Madde “hakaret” ile kastedilenin ne olduğunu açıklamamaktadır. Bu durum, söz konusu hükümlerin uygulanması konusunda kanun uygulayıcılara geniş bir takdir hakkı tanımaktadır.
- TCK 299. Madde meşrû bir amaç izlememektedir. Devlet başkanlarına ve genel olarak kamu görevlilerine hakaretin – sadece makamları nedeniyle – bilhassa ceza yasalarıyla yasaklanması, devletin halkın denetimine tabi olduğuna dair temel demokrasi ilkesini tersine çevirmektedir. Devlet başkanları ve kamu görevlileri, eleştiriye karşı sıradan vatandaşlara kıyasla daha az değil, daha fazla toleranslı olmalıdır. Halka hizmet etmeyi seçerek, yetkililer sözlerini ve hareketlerini bilinçli bir şekilde medya ve genel olarak halkın denetimine tabi tutarlar. Ayrıca, devlet başkanlarının faaliyetleri hakkında yoğun ve güçlü tartışmaların yapılması demokrasinin önemli özelliklerinden biridir.
- Devlet başkanına yönelik hakaret içeren bir ifadenin suç olarak sayılmasının meşrû bir amaç olduğu tartışmanın yararı için kabul edilse bile, böylesine bir amaç doğrultusunda yapılan kısıtlamalar yine de uygulanan tedbirlerin ağırlığının cezanın gerekliliği ile karşılaştırıldığı bir orantılılık değerlendirmesini geçmek durumundadır. Bir kısıtlamanın gerekli olması için, meşrû amacın daha az kısıtlayıcı araçlarla makul bir şekilde elde edilemeyeceğinin gösterilmesi şarttır. ARTICLE 19 ifade özgürlüğü davalarında – bilhassa siyasal ifadenin ve “hakaretin” söz konusu olduğu durumlarda – verilen cezaların nadiren orantılı olduğunu savunmaktadır.
Madde 309(1) – Anayasayı ihlal
Türkiye’deki ifadeleri nedeniyle kişilere karşı kullanılan bu madde çok geniş bir biçimde düzenlenmiştir. Bu bağlamda, ifade özgürlüğüne yönelik herhangi bir kısıtlamanın “kanunla sağlanması” gerekliliğine açıkça uymamaktadır. Özellikle Türkiye’nin anayasal düzenini “ortadan kaldırma” veya “yerine başka düzen getirme” teşebbüsünde yer alan suçun maddi unsurunun ne olduğu belli değildir. Ayrıca, suçun oluşması için Türkiye’nin “anayasal düzeninin” nelerden oluştuğu veya hangi kurumların kaldırılması veya yerlerine başka hangi kurumların getirilmesi gerektiği de belirsizdir.
Daha da önemlisi, hüküm, “cebir veya şiddet” kullanımının şiddeti “başlatması” mı yoksa “teşvik etmesini” içerip içermediğini belirtmiyor. Bu madde çoğu zaman ifadeleri nedeniyle kişileri kovuşturmak için kullanılıyor ve ifadenin bu kavramların olağan anlamıyla “cebir ve şiddet” ile nasıl eşitlenebileceğini kavramak zor. Şayet ‘cebir ve şiddet’ yorumu salt ifadeyi içerecek şekilde esnetilirse, böyle bir yorumun keyfi ve gerçekten de neredeyse anlamı yitirecek kadar geniş kapsamda olacağını düşünüyoruz. Bu hükmün kapsamı göz önüne alındığında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası her durumda açıkça orantısızdır.
Madde 311 (1) – Yasama organına karşı suç
ARTICLE 19’un görüşüne göre, bu hükümdeki eksiklikler Madde 309(1) ile aynıdır. Bu madde inanılmaz derecede muğlak bir biçimde düzenlemiştir, bu nedenle MSHUS Madde 19(3) ile AİHS Madde 10(2) kapsamındaki yasallık gerekliliği karşılamıyor.
Ayırca, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin “görevlerini yapmasını” “engellemeye” denk gelen suçun maddi unsurunun ne olduğu net değildir. “Cebir ve şiddet kullanarak” ifadesi suçun kapsamını belirli bir düzeye indirgese de bu hüküm, Şahin Alpay davası örneğinde olduğu gibi, bu suç kapsamında ifadelere de uygulanmıştır. Şayet bu analiz doğru ise Türkiye Büyük Millet Meclisi önündeki bir protesto da potansiyel olarak Meclisin “görevlerini” – şu ana kadar bu görevler yasaların kabul edilmesi olmuştur – yapmasını “engelleme” biçiminde değerlendirilebilir. Esasen, Meclisin görevlerinin tanımının olmadığı bir durumda geniş kapsamlı birçok meşru ve zarar verici olmayan fiiller bu kapsama girebilir. Böylesi bir yorum, yukarıda açıklanan aynı nedenlerle, bu hükmü bir bütün keyfi kılar ve önerilerin ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını da açık bir biçimde orantısız hale getirir.
Madde 312(1) – Hükümeye karşı suçlar
Daha önce ele alınan suç örneklerinde olduğu gibi, ARTICLE 19 Ceza Kanunu Madde 312(1)’in MSHUS Madde 19(3) ile AİHS Madde 10(2) kapsamındaki yasallık gerekliliği karşılamadığını değerlendirmektedir. Nelerin hükümeti ortaya kaldırmaya ve onun görevlerini yapmasını engellemeye denk geldiği net değildir. “Cebir ve şiddet kullanarak” kavramının tanımının yapılmaması kaygı vericidir ve her ortak akıl görüşünün de belirteceği üzere kamuoyunun çıkarına olan konularla ilgili bildirimlerde bulunmak, haber yapmak bu kapsamında dışında tutulmalıdır. Suçun son derece geniş kapsamı dikkate alındığında Madde 312(1) ile ilgili fiillere uygulanan ceza da orantısızdır.
Terörle Mücadele Kanunu
3713 sayılı Kanun 3713 sayılı kanun, ‘terörizm’ teriminin son derece geniş bir yorumuna imkan vererek gazetecilerin ve diğer kişilerin, şiddeti veya nefreti kışkırtmayan ifadeleri temelinde yargılanmasına yol açıyor. Özellikle 1. Madde gerçekleştirilen fiillerin ölümcül veya başka bir şekilde ağır şiddet oluşturmasını gerektirmemektedir. Bu analiz BM Özel Raportörü Martin Scheinin’in 2006’da bu konuda yaptığı yorumlarla uyumludur. Raportör bahse konu hüküm “Türkiye’nin ‘siyasi, hukuki, sosyal, laik ve ekonomik sistemini’ değiştirmek ve ‘Devletin otoritesini… zayıflatmak’ amacıyla olan her türlü “baskı, cebir ve şiddet, terör, yıldırma, sindirme” içeren her türlü eyleme uygulanabilir bir biçimde” olduğundan “Terörle Mücadele Kanunu, terör kavramının gereğinden fazla uygulanmasına imkan sunan bir biçimde hazırlanmıştır” gözleminde bulunmuştur. Raportör 3713 sayılı Kanunun kimin terör suçlusu olduğunu tanımlayan 2. maddesinde “kişinin ciddi bir şiddet suçu işlemiş olması şartının aranmasının gerekmediğini” de kaydetmiştir.
Bu madde analizleri ARTICLE 19 ve TLSP’nin Avrupa Konseyine yaptığı ortak “Rule 9.2” başvurusu temel alınarak hazırlanmıştır. Tam metin için: https://www.article19.org/wp-content/uploads/2020/03/Rule-9-Submission-Oner-and-Turk-ARTICLE-19-and-TLSP-FINAL.pdf
Madde 7(2) – Terör propagandası
3713 sayılı Kanun Madde 7(2) uyarınca “Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Madde, terör yöntemlerinin kullanımını “propaganda” veya “meşru gösterme”, “övme” veya “teşvik etmenin” ne anlama geldiğini tanımlamıyor. Böyle bir tanımlamanın olmaması bu hükümleri suçun kapsamı bakımından uygun olmayan bir dizi fiile geniş çapta uygulanır hale getirir. Ayrıca, bu maddeler şiddeti teşvik etmenin temel unsurunu yani şiddeti teşvik etme kastını dolasıyla ifade etmenin kasıtlı olan şiddet eylemiyle doğrudan ve yakın bir bağlantısı olması gerekliliği içermiyor. Bizim görüşümüze göre bu eksiklik bu hükümleri AİHS Madde 10 ve MSHUS Madde 19 kapsamındaki gereklilik ve orantılılık şartıyla bağdaşmaz hale getirmektedir.
2019’da Madde 7(2)’de yapılan bir başka değişiklikle, hükme: “Haber verme sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz” ibaresi eklendi. Bu değişiklik, gazetecilerin veya hükümeti eleştiren diğer kişilerin kovuşturulması için bu kanunun kullanılmasını önlemeyi amaçlıyor gibi görünse de, maddenin yazılma biçimi hala çok geniş ve ‘haber yapmanın sınırlarının’ ne olduğunu tanımlamıyor. Ayrıca, kasıt konusunu da ele almıyor.
Madde 6(2) – Terörist bildiri veya açıklamaları yayınlamak
Madde uyarınca “Terör örgütlerinin; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösteren veya öven ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik eden bildiri veya açıklamalarını basanlar veya yayınlayanlar bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.“Terör örgütlerinin bildiri veya açıklamalarını basan ya da yayınlayan kişi bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Madde 7(2) gibi bu madde de uluslararası ifade özgürlüğü standartlarını ihlal eden eksiklikler bulunmaktadır.
İlgili kaynaklar
Bu sayfa ve Türkçe çevirisi Avrupa Birliği’nin maddi desteği ile hazırlanmıştır. İçerik tamamıyla ARTICLE 19 sorumluluğu altındadır ve Avrupa Birliği’nin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.